15 Mayıs 2012 Salı



Osmaniye Belediyesi Türk Sanat Musikisi Korosu 

Belediye TSM Korosu ilk defa 2007 yılında kurulmuştur.Koromuz gönüllülük esasında göre farklı meslek gruplarından oluşan bir yapıya sahiptir.TSM Hocası Yaya ÖZKUYUCU nezaretinde çalışmalarını sürdüren Koromuz Ramazan Etkinlikleri, 7 Ocak Osmaniye'nin Düşman İşgali'nden Kurtuluşu Etkinleri gibi önemli gün ve haftalarda konserlerine devam etmektedir.Koromuz halkımız tarafından büyük beğeni ile izlenmektedir.
İrtibat: Osmaniye Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü 

Tel : 0328 814 12 26/4118 

Faks: 0328 814 11 35 

Mail: osmaniyebelediyesi@osmaniye-bld.gov.tr 


AHŞAP OYMA USTASI AHMET TÜRKMENOĞLU 


Kadirli'nin Kızyusuflu köyünde yaşayan Ahmet Türkmenoğlu ahşap oymacılığı ile uğraşıyor. Ahmet Türkmenoğlu eski geleneklerimizi yaşatmaktan büyük bir keyif duyduğunu bu nedenle ahşap oymacılığına devam ettiğini söylüyor. Ahmet Türkmenoğlu saz, keman, kaşık, hamzan (yağ kabı) yaparak hayatını devam ettiriyor. 

Bize kendinizi tanıtır mısınız? 

Ben, Kadirli'nin Kızyusuflu köyünden Ali oğlu Ahmet Türkmenoğlu. Bağlama ve saz ustasıyım. Ayrıca ahşap oyma işleriyle uğraşıyorum. 

Bu işi yapmaya nasıl başladınız? 

Genelde büyüklerimiz çiftçilikle uğraşmışlardır. Ben 1968'lerde, Karatepe Aslantaş Müzesine görevli olarak girdim. Orada 25 yılı doldurdum. Emekli oldum. Daha sonra da eski geleneklerimizi yaşatmak için bağlama, el işleri, saz, süz ve mutfak eşyaları yapmaya başladım. Günlerimi şimdi bu şekilde geçirmeye başladım. 

Ne zamandır bu ağaç oyma işleri ile uğraşıyorsunuz? 

1955 yılından beri bağlama, 1957 yılından beri de ağaç oyma işlerini yapıyorum. Bunları ustasından değil kendi kendime öğrendim. Nasıl yapıldıklarını daha önce hiç görmemiştim. Eski ustaların, Dadaloğlu, Köroğlu, Âşık Veysel, İlbeyoğlu kitaplarını okurken o kitaplar üzerindeki saz şemalarını gördüm. Çalmak için saz aradım bulamadım. Hiçbir kursa gitmedim. Sadece şemalara bakarak kendi kendime öğrendim. 1955 yılından beri devam ediyorum. 

Çalışmalarınızda hangi ağaçları kullanıyorsunuz? 

Sazda dut ağacı, Karadal diye de bilinen Karacan ağacı ve Ardıç kullanıyorum. Kemanıda Köknar ağacından yapıyorum. Mutfak eşyalarını Hartlap dediğimiz ağaçtan yapıyorum. Ayrıca zeytin ve başka ağaçlardan yararlandığım da oluyor. 

Yaptığınız eşyaları kimlere pazarlıyorsunuz? 

Burası turistik bir bölge olduğu için yol kenarında sergilediğimiz ürünlerimizi bu şekilde satıyoruz. Herhangi bir dükkân ya da mağazada satmıyoruz Elbette bazı pazarlama sorunları yaşıyoruz. 

Köyünüzde sizden başka bu işi yapan var mı? 

 

Bu işi ilk önce ben başlattım. Önderlik ettim yani. Köyde en az 8-10 kişi bu işi yapıyor. Kendi çocuklarıma da öğrettim. Şimdi onlar benden daha iyi yapıyorlar bu işi. 

Ağaç oymacılığı ile uğraşmak size nasıl bir his veriyor? 

İnsan bu işle uğraştıkça büyük bir zevk duyuyor. Yeni eşyalar yapmak, çeşitli boyutlar ağaçlara şekil vermek, desenler ortaya çıkarmak çok büyük bir keyif. 

Hamzan adlı bir eşya yapıyorsunuz. Bize biraz söz eder misiniz? 

Hamzan yağ kabıdır. Tereyağı eritilerek bunun içine koyulur. 3-5 sene geçse bile tadı bozulmaz. Kendine özgü bir rayihası ve kokusu vardır. Hamzan çiriş adlı bir bitkiden yapılır. Bu bitki yüksek yaylalarda yetişir. Çiriş soğanlı bir bitkidir. Onun kökünü toplayıp kuruturuz. Sonra onu kavururuz. Değirmende çekip un haline getiririz. Sonra ondan hamur yapar Bezden içi talaş dolu bir kalıp yapıyoruz. Bu hamuru 3 veya 4 kat sıvayarak yapıyoruz. Bunlar 50-60 sene önce yapılırdı. Şimdi kullanılan bir eşya değil. Çok emek verilerek yapılıyor. Artık kullanılmıyor unutuldu. http://www.osmaniye-bld.gov.tr/tr/index.php?mode=ahsap_oymaciligi

36 YILLIK BIÇAK USTASI: BIÇAKÇI KEMAL 

Bıçakçı Kemal 7 yaşından beri bıçak yapıyor. Türlü nakışlarla süslediği bıçakların her birinde alın teri ve göz nuru var. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının Sosyal Riski Azaltma Projesi kapsamında açtığı dükkânında ürettiği bıçaklar pek çok ilden talep ediliyor. 

Bıçakçılığa nasıl ve ne zaman başladınız? 

Ben bu işi 7 yaşımdan beri yapıyorum. Aile mesleği diyebiliriz. Çekirdekten yetiştim yani. Şu an 43 yaşımdayım ve 36 yıldır bu işi yapıyorum. 

Daha önce hep aile yanında mı çalıştınız? 

Geçen yılın mayıs ayına kadar hep başkalarının yanında imalatçı olarak çalıştım. Sonunda 2007 yılının mayıs ayında kendi dükkânımı açtım. Artık kendi işimin patronuyum. 

Kendi dükkânınızı açmaya nasıl karar verdiniz? 

Dükkân sahibi olmak fikri hep aklımda vardı. Ama olaylar biraz değişik gelişti. Bu dükkân Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının Sosyal Riski Azaltma Projesi kapsamında açıldı. Bana destek oldular. 

Projeden nasıl haberiniz oldu? 

Oğlum üniversiteyi kazandığında ona burs almak için Valiliğe başvurmuştum. Vali Bey'le görüştüm. Mesleğimden söz ederken bana Vakıf yardımıyla destek olabileceklerini kendi dükkânımı açabileceğimi söyledi. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurdum, başvurum kabul edildi. Yani sonuç olarak Sayın Valimiz ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı sayesinde kendi işimin sahibi oldum. 

Artık kendi işinizin sahibisiniz. Hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu? 

Öncelikle kendime güvenim geldi. İnsan bir işte ustalaşınca kendi işini yapmak, kendi işinin patronu olmak istiyor. Aklındaki projeleri hayata geçirmek istiyor. Ama başkasının yanında yevmiye ile çalışıyorsan bunları yapmak çok zor. Hem ekonomik olarak hem de işin sahibi kendisi olmadığı için zor. Şimdi bu dükkân daha yatırım aşamasında. Malzeme olarak güçlendikçe, kendimizi daha iyi tanıttıkça bu projeleri hayata geçireceğiz. 

Dükkânınızda kaç kişi çalışıyor? 

Şu anda benden başka iki kişi daha çalışıyor. Ama o çocuklar sadece yazları çalışıyorlar. Geçiciler yani. Diğer zamanlarda ise ben tek başıma çalışıyorum. 

Dükkân sayesinde 2 kişiye de istihdam sağladınız yani? 

Evet tabii. Bir zamanlar başkasının yanında çalışırken şimdi bu çocuklara iş veriyor olmak güzel bir duygu. 

Günde kaç bıçak yapıyorsunuz? 

Günde 3 kişi ile çakı bıçaklardan 20-25 tane üretiyoruz. Diğer bıçaklardan ise ancak 15 tane yapıyoruz. Tüm bıçaklar el emeği olduğu için yapımları da uzun sürüyor. 

Günde kaç saat çalışıyorsunuz? 

Sabah saat 07.30'da başlıyoruz akşam 07.30'da bırakıyoruz. Günde 12 saat çalışıyoruz yani. Ama bu 12 saatle kalmıyor tabii. Çocuklar değil de ben gece 12'ye kadar çalışıyorum, ince işlerini, vernikleme işlemlerini yapıyorum. 

Ne tür bıçaklar yapıyorsunuz? 

Mutfak bıçakları ve çakı yapıyoruz. Çakıların en önemli özelliği açılır kapanır olmaları. Ve her bıçakçı bu bıçağı yapamaz. 

En fazla hangi bıçaklara talep var? 

Aslında her iki türe de talep var. İstanbul, İzmir, Konya, Çorum, Kahramanmaraş hatta Almanya ve Fransa'dan bile talep geliyor bize. 

Pazarlamayı nasıl yapıyorsunuz? 

Bıçaklarımız kendini pazarlıyor. Kalite müşteriyi her zaman kendine çeker. Bıçakların üzerine adımız yazıyoruz. Bıçaklarımızı beğenen müşteri bizi bu yolla buluyor. 


Değişik pazarlama yöntemleri var mı aklınızda? 

Dükkânımız büyüdükçe değişik yöntemler izlemeyi düşünüyoruz elbette. Mesela, internette bir sayfa açarak bıçaklarımızın tanıtımını yapmayı planlıyoruz. 

Osmaniye'deki bıçak sektörü hakkında ne söyleyebilirsiniz? 

Türkiye'nin en büyük bıçak sektörü Bursa'dadır. Mesela biz bile bıçak saplarını Bursa'dan alırız. Orada ağaç iyi işlenir. Osmaniye'de bu sektörde güçlenebilir aslında. Bugün Osmaniye'den hiç gitmiyorsa Bursa'ya 1 trilyon gidiyor. Ama bıçak saplarını Osmaniye'den elde edebilsek, yani o kalitede üretim yapılsa bu para Osmaniye'de kalır. Ve yeni bir iş sektörü oluşur. 

Bıçaklarınıza kaç yıl garanti verirsiniz? 

Ömür boyu garanti veririm. 

Son olarak küçük çocukların bıçak taşıması ve bıçakla işlenen suçlar toplumda büyük bir toplumsal sorundur. Bu konudaki düşünceniz ve tutumunuz nedir? 

Ben bıçak satarken bırakın çocukları bana pek tekin gelmeyen insanlara bile satmıyorum. Çünkü bıçaklarımın bu tür olaylarda kullanılmış olması beni üzüyor. Bıçağın nereye gittiğini her zaman denetleyemiyorsunuz, sizin sattığınız kişi bir başkasına veriyor ve bıçağınız suç aleti oluyor. Biz bıçaklarımızı kötü amaçlarla kullanılsınlar diye yapmıyoruz, biz onlara insanların işlerini görsün diye emek veriyoruz. 
Osmaniye Karatepe Kilimleri 

Gönderilen Fotoğraf

Osmaniye’nin Kadirli İlçesine bağlı Karatepe Köyünde yapılan dünyaca ünlü Karatepe Kilimleri doğal yün ve kök boya kullanılarak hazırlanmaktadır. Son yıllarda ev ve işyerlerinde dekorasyon amaçlı olarak kullanımı artmaktadır.
Eskiden, Türk obalarında genç kızlar birisini sevdiğinde, büyüklerine saygısızlık olur diye bunu ailelerine açamazlarmış. Yüreğini ailesine açamayan sevgi dolu kalpler, bunu tezgâhlarında yüzyıllarca yaşayacak motiflere ilmek ilmek dokurlarmış. Yüzyıllardır süregelen bu geleneğin bu kilimlerde hâlâ yaşamakta olduğunu siz de göreceksiniz...

Gönderilen Fotoğraf

Karatepe yöresinde üretilen kilimlerin atkısı ve çözgüsü kirmanla eğrilen,bükülen yün iptir. Boya doğal boyadır. Istarda dokunur, göçebe karekterlidir. Zemin kompozisyonlarına göre adlandırılır. Boyutları yaklaşık olarak 100 cm x 180 cm. veya 95 x 160 cm.’dir. Ana renkler, kahve, siyah, beyaz, gri, yeşil, gül kurusu, kırmızıdır. Sabit renkler, gri, kahve, siyah ve beyazdır. Zemin kompozisyonlarına göre adlandırılırlar:
- Yıldızlı
- Kartal Kanatlı
- Zincirli
- Küpeli
- Selçuklu Motifli
- Göbekli
- Seymen Motifli. (Orta motifine koç buynuzu, etrafındaki mo
tiflere seymen denir.)
- Baklava Dilimli
- Deve Kilimi. Bu kilim şimdilerde dokunmuyor. Geçmişte göç katarı görkemli görünsün diye
deve katarının önündeki devenin üzerine örtülürmüş. Aynı zamanda Avşar kilimi de deniliyor.
Orta göbeğinde Seymen ve Sevgi dolaşığı motifleri var. Boyutları
173 cmx 366 cm’dir.


Gönderilen Fotoğraf

                                    
 

Aşık Feymani (Osman TAŞKAYA)

Aşık Feymani    Ahu Gözlüm Tut Elimden,
    Vazgeçmeden Emelimden.
    Aşkın Beni Temelinden,
    Yıkmadan Gel, Yakmadan Gel.

          Feymani’yim, Kaçma Benden,
          Usanmadı Gönül Senden.
          Ecel Tatlı Canı Tenden,
          Çekmeden Gel Çıkmadan Gel.



  1942 yılında Adana'nın Kadirli İlçesinin Azaplı köyünde dünyaya geldi. Babası Mehmet, Van'ın Gevaş İlçesi'nin Avşar köyünden Hallac aşiretinden, annesi Hüsne ise Kayseri'nin Pınarbaşı İlçesi'nin Avşar Potuklu köyünden ve Avşar aşiretindendir.

   Babası Van'dan 1914 yılında Kadirli'ye göç etti. Bu yöreye gelinceye kadar Osman Taşkaya'nın babası, Güneydoğu Anadolu'da çok güç koşullarda hayat memat savaşı verir. Hiçbir yerde mekan tutamaz. Sonunda Kadirli'nin Azapil köyüne yerleşir. İki kez evlenir. Fakat her iki eşi de vefat eder. Aşık Feymani'nin anası Hüsne'nin aşireti Avşardadaloğlular yazı Kayseri'de, kışı ise Çukurova'da geçirmektedirler. Yine bir kış, Çukurova'da geçirmektedirler. Yine bir kış, Çukurova'ya geldiklerinde Osman'ın babası Hüsne Hanım'la evlenir. Aşık Feymani dünyaya geldiğinde oğluna kendi babasının adını koyar.

    Özgeçmişi hakkında bu bilgileri bize veren Aşık Feymani, aşıklığı hakkında şunları söyledi: "Küçük yaşta mecazi dediğimiz aşka tutuldum. Bu aşk 15 yaşıma kadar devam etti. Çoban Osman mahlasıyla şiir yazar, türkü söylerdim. 1964'ün sonbaharında ve 1965'in ilkbahar ve yaz aylarında birkaç kez rüyamda Nurani yüzlü bir zatı görmüştüm. Bana hep ''Feymani'' diye seslenmişti. Bu yüzden bu adı mahlas olarak aldım. 1972 yılında evlendim. Üçü oğlan, biri kız olmak üzere dört çocuğum oldu. Halen Azaplı köyü'nde oturuyorum''. Aşık Feymani, 1966 yılında başlatılan Türkiye Aşıklar Bayramı'na 1968'den itibaren katılmaya başladı. Şiir ve atışma dalında büyük başarı gösterdi. Çeşitli ödüller kazandı. Daha sonra yurt genelinde yapılan Aşıklar şölenlerine de katıldı. Şiirlerinde tasavvufi deyişlere geniş yer verir. Çukurovalı aşıklar arasında büyük saygınlığı vardır.

                                                                                        Feyzi Halıcı

GELSİN DE BAK
Dağlar al yeşil süslenir,
Hele bahar gelsin de bak.
Bülbül aşkınan seslenir,
Güle bahar gelsin de bak.

Bayramlığın giyer dağlar,
Her örnekten basın bağlar.
Türkü söyleyerek çağlar,
Sele bahar gelsin de bak.

Emanet versen götürür,
Menziline tez yetirir.
Dertliye derman getirir,
Yele bahar gelsin de bak.

Cennet sanarsın cihanı,
Kalkar dağların dumanı.
İner ovanın ceylanı,
Çöle bahar gelsin de bak.

Dere kenarında taşlar,
Hep yosun tutmağa başlar.
Yuva için tüner kuşlar,
Dala bahar gelsin de bak.

Turnam kanadını düzler,
Ördek avcısını gözler.
Çığrışarak konar kazlar,
Göle bahar gelsin de bak.

Feymani biter acılar,
Kağnılar yürür gıcılar.
Kervan düzer yaylacılar,
Yola bahar gelsin de bak.



SORAN ÖĞRENİR
Her mücevher değerini bulmazdı,
Sarrafından ayar danışmasaydı.
Kerpiç yığılmayan bina olmazdı,
Ustası mimara yanaşmasaydı.

Köprüsüz dereden yolcu geçmezdi,
Kuş kanatsız olsa gökte uçmazdı.
Kamili, cahili kimse seçmezdi,
Oturup üç beş laf konuşmasaydı.

Hak olmasa dağlar yüce olmazdı.
Yük olmasa canlı cüce olmazdı,
Gündüz gündüz olur gece olmazdı,
Dağların ardına gün aşmasaydı.

Feymani her güzel yar edilmezdi,
Aşka düşmeyince zar edilmezdi.
Hayırlı, hayırsız kar edilmezdi,
Herkes mesleğine sınaşmasaydı.

 Ahu Gözlüm
Kaynak: Feymani
Derleyen: TRT Müzik Dairesi Bşk.

Ahu Gözlüm Tut Elimden,
Vazgeçmeden Emelimden.
Aşkın Beni Temelinden,
Yıkmadan Gel, Yakmadan Gel.

Derde Salmadan Başımı,
Noksan Etmeden İşimi.
Damla Damla Göz Yaşımı,
Dökmeden Gel, Akmadan Gel.

Feymani’yim, Kaçma Benden,
Usanmadı Gönül Senden.
Ecel Tatlı Canı Tenden,
Çekmeden Gel Çıkmadan Gel.



BELLİ OLMAZ

Baki değil şu dünyanın ziyneti,
Ölüm kıyametin bir alameti
Yolcuya yıldızın, ayın alameti.
Karanlıkta bakmayınca bell'olmaz

Kimi yaşar birlik dirlik içinde,
Kimi nefse esir hürlük içinde.
İnsan hoş görünür varlık içinde,
Yiğit düşüp kalkmayınca bell'olmaz.

Zalimlerin bu dünyada nesi var?
Amma o dünyada endişesi var.
Kimin torbasında neyi nesi var,
Ağz'aşağı silkmeyince bell'olmaz.

Feymani kefinmiş servetin malın,
Hakka yakın eyler ahvalin, halin.
Sabrı var mı yok mu öğünen kulun,
Beliları ilkmeyince bell'olmaz.


EVVEL
Var mıyıdım yok muyudum,
Şu alemde bundan evvel.
Az mıyıdım çok muyudum,
Şu alemde bundan evvel.

Gelen miydim, giden miydim ?
Yaprak mıydım, beden miydim?
Toprak mıydım, maden miydim?
Şu alemde bundan evvel.

Yürür müydüm adım adım,
Yine Adem miydi adım.
Ne yedim içtim yaşadım,
Şu alemde bundan evvel.

Ayna mıydım resim miydin?
Manamıydım cisim miydi?
Feymani'ye isim miydin?
Şu alemde bundan evvel. 













 Dadaloğlu

    Dadaloğlum yarın kavga kurulur
    Öter tüfek davlumbazlar vurulur
    Nice koç yiğitler yere serilir
    Ölen ölür kalan sağlar bizimdir 


   19. yüzyılda yaşamış güney illerinin büyük şairi Dadaloğlu hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Bu durum hemen bütün halk şairleri için böyledir. Bunun sebebi saz şairlerinin çoğunun ümmi oluşu ve aydın zümrenin onlara önem vermemiş olmasıdır. Bu yüzden yazılı belge bulmak çok güçtür. Hele divan şairlerinden bahseden tezkerelerde halk şairlerinin adlarına rastlamak mümkün değildir. Bunun için yaşadıkları zamanda hayatlarına dair bilgi vermeyen halk şairlerini incelemek zorlaşmaktadır. Bu durumda rivayetler ve şiirleri ile yetinmek zorundayız.

Dadaloğlu içinde durum aynıdır. Her büyük şair için olduğu gibi güneyde her bölge onu kendine    mal etmeye çalışmıştır. Rivayetler birbirini tutmaz olur.

Dadaloğlu toros dağlarında dolaşan göçebe Türkmen aşiretlerinin Avşar boyundandır. Şiirlerinde ;

                Kalktı göç eyledi Avşar elleri
                Ağır ağır giden iller bizimdir

Gibi mısralara rastlanmaktadır.

Bu aşiretin gezdiği yerle Torosların Erzin, Payas, Adana, Kozan çevreleridir. Türkülerinde onun hayalini görür gibi oluruz. Bir elinde sazı bir elinde tüfeği tepeden tepeye koşarak aşiret erlerini savaşa teşvik ederek Osmanlıya hıncını haykırır.

                Kaypak Osmanlılar size aman mı
Biraz sonra :

                Şahdan ferman türkmen ili göçünce
                Daha da hey Osmanlıya aman mı

der. Top gürültülerine karışan sazının tellerine dokunur. Padişaha meydan okur.

                Hakkımızda devlet etmiş fermanı
                Ferman padişahın dağlar bizimdir

Diye haykırır. Bunun gibi tarihi olaylarla ilgili türküleri çoktur.

Dadaloğlu kavga olmadığı zamanlar bir tabiat ve aşk şairidir. Her türlü güzelliğe vurgundur.
Fakat asıl özelliği ve kudreti cenkler için yaptığı türkülerinde görülür. Yaşadığı çevrenin tarihi olayları onu bir cenk şairi yapmıştır. belki de en güzel eserleri dağlarda dövüşler arasında kaybolup gitmiştir.

Dadaloğlu büyük bir halk şairidir. Şiirlerinde kudretli bir sanat ifadesi görülür. İlgilendiği olaylar dolayısıyla hem bir devrin tarihini hem de bir toplumun duyuş ve düşüncelerini yaşatmıştır. Bu bakımdan Dadaloğlu edebiyatımızın dikkatle üzerinde durulmaya değer şairlerinden biridir. en çok bilinen şiirlerinden bir tanesi avşar elleridir.

Avşar Elleri 

Kalktı göç eyledi avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda Devlet Vermiş Fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Ölürüz De Kömür Gözlüm Ölürüz

Ölürüz De Kömür Gözlüm Ölürüz
Dost Ağlasın Zalim Felek Utansın
Kıyamette Kavuşmak Var Biliriz
Dost Ağlasın Kahpe Felek Utansın

Bir Çıkmaza Girdi Bugün Yolumuz
Geçit Vermez Sağımızla Solumuz
Kalır Gayri Bizim Burda Olumuz
Mert Ağlasın Namert Olan Utansın

Avşar İli Yaylasına Göçmedik
Aşın Yeyip Sularını İçmedik
Tenhalarda Kendimizden Geçmedik
Can Ağlasın Hain Felek Utansın

Dadaloğluyum Yine Coştu Çağladı
Ak Üstüne Karaları Bağladı
Fırkat Odu Yüreciğim Dağladı
Ben Ölende Çapanoğlu Utansın

10 Mayıs 2012 Perşembe


Karacaoğlan   (1606 -  .... )
Türk halk şairi. Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır. 1606' doğduğu, 1679'da ya da 1689'da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy'da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları Kozan Dağı yakınındaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Gaziantep'in Barak Türkmenleri de, Kilis'in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar.

Bir başka söylentiye göre Kozan'a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Batı Anadolu'da yaşayan Karakeçili aşireti onu kendinden sayar. Mersin'in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir menkıbeye göre de Belgradlı olduğu söylenir. Bu kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır. Adı bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirlerinden bazısında ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Karacaoğlan yetim büyüdü. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası gibi ömür boyu askere alınmak korkusu ve o sıralarda Çukurova'da derebeyi olan Kazanoğulları ile arasının açılması sonucu genç yaşta gurbete çıktı.

İki kız kardeşini de yanında götürdüğünü, Bursa'ya, hatta İstanbul'a gittiğini belirten şiirleri vardır. Yine bu şiirlerinden anlaşıldığına göre, Bursa'da ev bark sahibi oldu, evlat acısı gördü. Anadolu'nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli'ye geçtiği, Mısır ve Trablus'a gittiği de sanılıyor. Yaşamının büyük bir bölümünü Çukurova, Maraş, Gaziantep yörelerinde geçirdi. Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerinden, çok uzun yaşadığı anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Maraş'taki Cezel Yaylası'nda doksan altı yaşında ölmüştür. En son bulgulara göre ise mezarının İçel'in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır.

Karacaoğlan, Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Şiirinin kaynağını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirir. Anadolu halkının 17.yy'da çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz.

Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır. Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir. Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkunluğudur.

Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür. Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, onun şirinin başlıca temalarından biridir. Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı bu doğa, onun için sadece bir mekan olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Onunla yaşanan sevinç, onun getirdiği acı doğa ile paylaşılır.

Sevgili, şiirinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve ölüm temasına da rastlanır. Sevdiğinden, ilinden, obasından ayrı düşüşü özlemle dile getirir, yakınır. Ölüm de, ayrılık ve yoksullukla eş tuttuğu bir derttir. Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktasını oluşturan aşk/sevgili kavramını, âşık şiirinin geleneksel kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir. İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...

Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp vurulmuştur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir kişiye bağlanmaz. Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel söyleyişine yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginleşir, şiirinde etkileyici bir biçimde yer eder. Onun sevgiye ve kadına bakış açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu gelenek içinde etkileyici bir özellik taşır.

Tanrı kavramı ve din teması şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik bir bakış açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici yönlendirici olmuştur. Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı'nın etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır.

Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır. Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11'li (6+5) ve 8'li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokca başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir.

Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur. Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet'ten etkilenmiş, şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18.yy ve şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran'ı, 19.yy şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem'î ve Yeşilabdal'ı etkilemiştir.

Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden R.T. Bölükbaşı, F.N. Çamlıbel, K.B. Çağlar, A.K. Tecer ve C. Külebi, Karacaoğlan'dan esinlenmişlerdir. Şiirleri 1920'den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan'ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir.

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm (Karacaoğlan)
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karac'oğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk'dan özge sevdiğim mi var (Karacaoğlan)